Yirmi Detay

Favori uğrak blog limanlarımdan "Lezzetin İzinde"nin evsahibesi sevgili Başak, "elim sende" oyununa beni de katmış ve seçtiği 3 ebeden biri olarak beni göstermiş. Ne diyelim, öncelikle teşekkürler... Bu turda, oyunun kuralı, kendimize ait 20 detayı verip yeni 3 ebeyi sobelemek. 20, tek başına küçük bir sayı, ama iş, insanın kendini tanımlamak üzere 20 detay vermesine gelince, birden büyüyüveriyor bu iddiasız sayı. Düşünsenize, size özel sayılabilecek detayları, hem de 20 detayı, etrafta kim var kim yok diye bakmadan, blog üzerinden orta yere dökmeniz isteniyor. Bu yüzden zor bir görev var önümde, ama zoru severim ben, o yüzden memnuniyetle bu oyun davetini kabul ederek girişiyorum huzurlarınızda kendimi sergileme görevine.

1) Tutkulu bir yanım vardır, bazen dozunu kaçırır, saplantı haline getiririm tutkularımı. Bir kere gönlüm kapılmaya görsün bir kadına ya da bir güzelliğe, nerede duracağımı bilemem. Bereket, bu kapılma anını seyrek yaşarım, kolay kolay etkilenmem olup bitenlerden, insanlardan. Genel kural; orijinal, olağandışı bir varlık ya da durum çeker beni kendine, ama çekim süreci değişkendir, kimi zaman anında gerçekleşir bu etkileşim, kimi zaman da aylar sürer, ondan sonrası tufan... Saplantı diye boşuna demedim, bir baltanın kütüğe şevkle saplanışı gibidir benimkisi, hani saplanır ama geri çekmeye kalkarsınız da bir türlü geri gelmez ya o balta, onun gibi işte. Tomek de böyle bir adam zaten.
2) Detaylara düşkünümdür, bu yüzden en büyük zevklerim arasında; her şeyi didiklemek, her detay üzerine enikonu düşünmek gelir. Düşündükçe yorumlarım, yorumladıkça paylaşırım, ama tadında bırakmayı bilirim. Tabii istisnalar hariç; mesela bir saplantıya esir düşmüşsem, bırakın tadında bırakmayı, suyunu çıkarana kadar üzerine gittiğim olur.
3) Hayatı mercek altına alma uğraşım, salt etrafımdakilerle sınırlı kalmaz; benliğim, kişiliğim de nasibini alır bu uğraştan. Bu yüzden ders çıkarırım yaşadıklarımdan, eleştirdiğim kadar da özeleştiri yaparım bol bol.
4) Empati uzmanıyımdır. Gerçi bazı durumlarda kendimi karşımdakinin yerine koymam epey zaman alabilir, ama eninde sonunda bunu başarırım.
5) İnsan ilişkilerinde, karşımdakini mutlu etmek üzere, özveriydi, ödündü demeden, gözümü kırpmadan elimden geleni yaparım. Ama yıllar geçtikçe, her insanın bunu haketmediğini görüyorum, bu yüzden artık ezbere, herkese, böyle bol keseden kredi açmaz oldum, şimdilerde bir süre tartıyorum karşımdaki insanı, o sırada karşıdan çok tutuk gözükürüm, ne zaman ki benim sunabileceğim paylaşımları hakettiğine karar veririm, işte o zaman fedakarlık musluklarını açıyorum. Dedemin bir sözü vardı: "Gazozluk adama viski değeri vermeyeceksin" diye, o hesap.
6) Sinema, ama ille de Hollywood dışında bir yerlerden çıkan, Avrupa, Asya ya da Latin kökenli sinema. Çünkü, bir şeyler anlatma derdinde olan, sessiz-sakin, usul usul ilerleyen, sıradan ama hayatın içinden çarpıcı öyküler, hep bu saydığım coğrafyalardan çıkıyor. Sinemanın ayrı bir dünya olduğunu düşünüyorum, öyle mısır cipsini eline alıp salona giren, filmi; bir yandan o cipsi haşır huşur yerken bir yandan da sevgilisine sarılmak için sadece bir araç olarak görenlerden değilim, filme konsantre olmak isterim, ki içinde kaybolayım, salondan dışarı adımımı attığımda bir süre kendime gelemeyeyim, şöyle bir dağılayım, efkarlanayım, hüzünleneyim, sahneleri tekrar tekrar gözümün önüne getireyim. Örneğin, Reconstruction'ı izledim yakınlarda, final sahnesi metroda geçiyor, filmden çıktım, bir süre şuursuzca yürüdüm filmi düşünerek, bir baktım metro durağına gelmişim, yürüyen merdivenlerde birden afalladım, sanki film devam ediyordu, ürperdim.
7) Kim söylemişti, tam hatırlamıyorum: "Aydın, kendi kendisiyle bir derdi olan insandır" diye bir aydın tanımı duymuştum bir yerlerden. Çok hoşuma gitmişti; okuyan, düşünen ve kendi kendisiyle derdi olan birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu söz beni özetliyor.
8) Müzik. Ama sinemadaki kadar kuralcı değilim, bir şeyler anlatmasa da, beni etkileyen şarkıları severim, dinlerim. Yine de, öncelikle rock müzik tabii ki, mümkünse sertinden, alternatifinden olsun, e madde 1'de dedik ya, orijinal şeylerden etkileniyorum diye. Burada grup ismi vermeye gerek yok, iyi ki Radyo Eksen var diyorum, başka da bir şey demiyorum. Hatta hiç abartmıyorum, benim gibi bir müzikseverin İstanbul'da yaşaması için tek başına yeterli bir sebeptir Radyo Eksen.
9) Yazmak. Serbest Stil'in açılış yazısında da belirtmiştim; duygularımı, düşüncelerimi en iyi yazarak ifade edebiliyorum. Bu mevzuuyu daha fazla uzatmanın alemi yok, daha detaylı bilgi almak isteyenleri bu açılış yazısını okumaya davet ediyorum.
10) Spor, ama özellikle futbol ve basketbol. Futbol tarafında gönül verdiğim takımın adını vermek istemiyorum, ama şu kadarını söyleyeyim; en ateşli, en yaratıcı taraftar grubuna mensup olan takım, yani tam bana göre. O yüzden, İstanbul'daki her maçına büyük bir keyifle giderim takımımın.
11) Sosyal bilimler. Mühendislik okudum, ama kaldığım yurttaki odamda, Kamu'dan arkadaşlarım vardı, onların da teşvikiyle az daha o bölüme geçecektim. Çünkü, onların derslerinde okuma ödevi olarak verilen kitaplar, benim zaten boş zamanlarımda okuduğum kitaplardı.
12) Tembellik. Zekama güvenirim; olayları, durumları, insanları çabuk kavrarım. Biraz da bunun getirdiği rehavetle çok çalışmayı sevmem. Tembellik demişken, uyku konusuna bulaşmamak olmaz. Uykuma çok düşkünümdür, haftaiçi pek istediğim kadar uyuyamam, ama haftasonu acısını fena çıkarırım, böylece o haftasonunu takip eden haftaiçi için uyku da depolamış olurum.
13) Adalet. Hiçbir haksızlığa tahammül edemem. Her nerede olursa olsun ya da her kim haksızlığa uğrarsa uğrasın.
14) Akılcı tepkisellik. Çeşitli nedenlerle(örneğin madde 13) aklıma yatmayan, içime sindiremediğim şeyleri ömrübillah kabul edemem, zaten böyle durumlarda çenemi tutamam ve durum ne kadar ümitsiz olursa olsun, değiştirmek için uğraşır dururum.
15) Sabır. Kimi zaman doğru bulmadığım, onaylamadığım, ama buna rağmen o an için üzerinde durmaya gerek duymadığım ya da hoşgörülebileceğini düşündüğüm durumlar çıkar karşıma. Bu tür durumlarda, dişimi sıkarım, gerçekten iyi sıkarım, sabır eşiğim hayli yüksektir. Ama o eşik geçilince patlarım. Tabii, bu patlama anının peşinden, madde 3 ve madde 4 mutlaka devreye girer.
16) Muhabbet. Özellikle madde 1 ve madde 5'te anılan şartları sağlayan insanlara denk geldim mi, çağlayan olurum, ondan sonra beni tutabilene aşkolsun. Bir de madde 14'teki durumlar başıma geldiğinde, o durumun muhatabı kadar, o durumla ilgisiz ya da dolaylı ilgili olan etrafımdaki 3. şahısların kafasını itina ile ütülerim.
17) Gülmek/güldürmek. İnsana özgü olan her şey gibi, bu konu da hayatımda önemli yer tutar. Dertlerden, sıkıntılardan geçici olarak uzaklaşmanın en kolay yolu gülmek. Hayatın en keyifli, en rahatlatıcı anlarını gülerken yaşıyorsunuz. Hatta, çağımızın hekimlerine kulak verirseniz, gülmeye ayırdığınız zaman, sağlıklı yaşamın kapısını ne kadar araladığınızı belirliyor. Bir kere çok kolay bir eylem, hiç hesapta olmayan şeyler karşınıza çıkıveriyor, ya da doğal komik insanlara, enstantanelere denk geliyorsunuz, birazcık bakış açınız da meyilliyse, en donuk, en bezgin halinizde bile gülümsemeden geçemiyorsunuz tanık olduklarınıza. Zaten, şükürler olsun ki, çok renkli ve her köşesi mizah malzemesi kaynayan bir memlekette yaşıyoruz. Üstelik, gülmek, insana çok yakışıyor(tabii bunun da istisnaları var), gülen bir insanı görmek bile hemen bir rahatlama hissi veriyor. O yüzden, güldürmek, herhangi bir gergin ortamı yumuşatmak adına veya sıkıntılı bir insana bir başka pencere açmak adına bence çok gerekli ve faydalı bir iş. Farkındayım, bu satırlar biraz fazla Pollyanna ya da Doğan Cüceloğlu kıvamında oldu. Bu devirde, birçok insan için gülmek artık çok zor, hele böyle soyutlama düzeyinde yüceltildiğinde iyice eğreti duruyor, bu da kabul. Ama bence önemli ve değerli bir hizmet gülmek, bir de güldürmeyi başardım mı, değmeyin keyfime.
18) Hafıza. Çok kuvvetlidir hafızam. O yüzden yabancı dillere de meraklıyımdır, 10 yıl önce öğrendiğim gramer kurallarını, o zamandan bu yana pratik yapmasam da, hala hatırlarım. Ama eğer bir şeyi öğrenmeye niyetim yoksa, ya da ilk duyduğum anda ilgimi çekmemişse, ancak 17. kez sorduktan sonra kafama girer.
19) Yabancı kültürlerle, o kültürlerden gelen insanlarla tanışmayı çok severim.
20) Son olarak, otorite düşkünü falan değilimdir, ama ilkokul ve ortaokul boyunca, yıllarca sınıf başkanlığı yaptım. Saygı görürdüm, çünkü kimseyi ele vermezdim. Dudak bükmeyin şimdi bu satırlara, bu da 20. detay işte.
Gelelim yeni ebelere: Kemal, Handan ve Kiti. Ben elçiyim, siz de ebe olup olmamakta serbestsiniz zaten. Buyrun, söz sizde...

Foto: R. Gardiner. (nyclondon blog'undan alınmıştır)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
1-"Aydın, kendi kendisiyle bir derdi olan insandır" Ahmet İnam
2-"Mevzuuyu" değil "mevzuu"
3-Sevgiler,

k. Başak
Tomek dedi ki…
Bu durumda:
1- Teşekkürler,
2- Hımmm, uyarı için tekrar teşekkürler,
3- Sevgi, saygı bizden...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Orda, Bir Salgın Var Uzakta

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...