Plaza - İçeride havalar nasıl? (3)

Geçenlerde, plazalara şöyle bir dışarıdan bakmaya çalışmıştım. Yetmedi, bir tur daha attım plazaların etrafında, belki kaçırdığım bir şeyler olabilir diye. Açıkçası, sabahları bir plazanın döner kapısı önünde gamsız bir şekilde uyuyan tekir kedi ile plaza etrafında konuşlanan hoşsohbet simitçi amca dışında, hayata dair herhangi bir detay gözüme çarpmadı. Özetle, plaza, dışarıdan, gösterişli bir yabancılaşma abidesinden başka bir görüntü vermiyor. Bu kez, biraz daha cüretkar davranıp içeri girelim ve bu yabancılaşmanın anatomisine bir giriş yapalım.

İçerisi, ihtişam ve kullanılan teknoloji bakımından, dışa yansıyan görüntüyü pek aratmıyor, dolayısıyla burada bir tutarlılık sözkonusu. Yani, "dışı seni yakar, içi beni" demek mümkün değil. Bu tür yapıların, özellikle akıllı oluşu öne çıkarılır, herhalde dışarıdan bu güce karşı saygı duymakta bazı tereddütlerimiz varsa, bunları, içeri girdiğimizde gördüklerimizi, insan zekasını aşan üstün bir zeka şeklinde yorumlamamız ve hayranlıkla karışık bir sersemlik hissine kapılmamız yoluyla gidermek hedefleniyor olmalı, ki bu güç gösterisi yarım kalmasın, tamamlanmış olsun. Ama bu gücü kabul etmenin de bir bedeli var. Her giriş noktasında kontrol amaçlı dedektörler ya da turnikeler karşılıyor sizi. İster istemez, gelecek için tasarlanan mekanik hayatın sanki bir provası yapıldığı hissine kapılıyorsunuz bu engelleri görünce. Herkes, her şey kontrol altında, gücün kuralları var, tartışmanıza ya da sorgulamanıza imkan yok, sadece o kurallara uyacaksınız. İçeriye adım attıktan sonra, eğer gücü yeterince sindirmişseniz içine, zaten gerek de duymuyorsunuz bu kuralları sorgulamaya, "yüce zekanın hikmetinden sual olunmaz, o her şeyi en iyi şekilde düşünmüştür" diyerek efendice engelinizi geçiyorsunuz. Yok, eğer bu güç -bende olduğu gibi- hazım problemlerine neden oluyorsa bünyenizde, bir sıkıntı basıyor içinizi, "nerdeyim ben, burası neresi, bu adamlar kim?" gibi sorular kemirip duruyor beyninizi.

İlk göze çarpan, özen ve bakım. Herkes kendi çapında bir şıklık yarışı içinde, zaten güç oyununun ilk kuralı, etkileyici bir görüntüyle arz-ı endam etmek. Daha önce de vurgulamaya çalıştığım gibi, bu kuralı, daha en baştan plazanın kendisi dayatıyor. Adeta, ola ki unutmuş olabiliriz, "devir, imaj devri" sloganını yüzümüze vurma toplu gösterimi vizyonda. Kılık-kıyafet durumunuz, oraya ne kadar ait olduğunuzun şaşmaz bir göstergesi. Öte yandan, ilk şoku atlatınca şunu farkediyorsunuz ki; bu şıklığın da kuralları var, koyu renklerin baskın olduğu takım elbiseler giyiliyor mesela. Eğer üzerinizde temiz, ütülü, sportif tarzda bir kıyafet varsa, normal şartlar altında, kendinizi şık hissedersiniz, ama plaza içinde bunlar pek para etmez. Çünkü "ciddi" ve "saygın" görünmeniz beklenir. Bir de çıngıraklı koyunlar gibi boynunda kimlikleri ile geziniyor insanlar. Aslında insanlık adına bir kez daha üzülüyorsunuz bunu görünce, bu nasıl bir şartlanmadır, bunca yıllık uygarlık tarihi sonunda gelip dayandığımız nokta bu mu? Koyun sürüsü gibi bir sağa bir sola seğirtmek, manyetik bantlı, ses çıkarmayan çıngıraklarla salınmak, modern insanın elinden gelenin, yapabileceğinin en iyisi bu mu? MS 2005 yılında, herhangi bir insanın, sadece insan olmaktan ötürü duyumsaması gereken bir sorumluluk olmalı, bu aşağılayıcı görüntüyü içine sindirememeli, ama tabii, günümüzde, dünya çapında insaniyet aleyhine öyle rezillikler olup bitiyor ki, onları görmezden gelirken modern insan, boynuna bir çıngırak takıp gezmiş, çok mu...

Mimari açıdan, özellikle girişten hemen sonra sizi karşılayan mekanlar fazlasıyla ferah, tavan yüksekliğine abanıyor mimarlar bu alanlarda. Bütün o güç gösterisi altında ezilip büzülmeyelim, afakanlar basmasın daha ilk adımda diye herhalde. Ama tıpkı dışarıdan hissedildiği gibi, içeride de bir donukluk, bir soğukluk var. Şöyle bir kolaçan edince etrafı, içeride, insan denen varlığın düpedüz sırıttığını farkediyorsunuz. Bir uyum çabası var o atmosfere, ama hep eksik, hep yarım kalıyor bu çaba. Bu yüzden, bir kez daha, insanlığa böyle bir yapının hiç yakışmadığı saptamasını üzülerek yapıyorsunuz. Binlerce yıl önce ortaya konan mimari örneklerden sonra, bu ucube de neyin nesi diye düşünmeden edemiyorsunuz. Gerçekten de, günümüzün mimarları için utanç kaynağı olmalı plazalar. Mimar değilim, ama dünya genelinde çok zengin ve çok eski, köklü bir geleneğin taşıyıcısı olan mimarlar adına düşünüyorum da, tarihsel anlamda ciddi bir geri adım, bu plaza denen sevimsiz yapı.

İçerideki turumuza, şimdilik, burada kısa bir ara verelim. Malum, biraz soluklanıp daha da içeri sızmak için güç toplamak lazım.

Foto: Turnike önü, Tokyo. (Punchstock web sitesinden alınmıştır)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
..girişten hemen sonra bizi karşılayan mekanlar fazlasıyla ferah, tavan yüksekliği olabildiğince fazla... bu sizin düşündüğünüzün aksine yine devasalığı, güç simgesi büyüklüğü içeri girenin üstüne iyice bastırmak için kullanılıyor bence. Ayrıca hem içerdeki hem dışardaki aşırı lüks göstergeleri beni de çıldırtıyor. Herşeyin en iyisi en lüksü. Sidik yarışından başka bir anlamı yok...
Basak dedi ki…
İnsanların bir kısmı belki de bir kısmından da fazlası hep daha zengin olmaya hep daha zengin görünmeye çalışıyor. Bunun nedeni empoze edilen düşünceler, insanların kendilerini başka bir şekilde tatmin edememeleri ve beyinlerinin bu empoze edilenden farklısını düşünmeye elverişli olmamasıdır bence. "Edindiğin şeyle kendini güçlü hissetmek bir zihin yanılması. Aptalca bir şey." diyen Latife Tekin gibi düşünüyorum ben de.
İnsanlar bir kısırdöngüye kaptırıyorlar kendilerini; daha fazla güç(!) için daha fazla para, daha fazla para için daha çok yükselme, daha çok yükselebilmek için daha fazla çalışma.... Daha çok gelen parayla eski varlıkla yetinememe, yetinemeyince daha iyilerini alma isteği, yenilerini alıp borca girme ve daha fazla çalışma zorunluluğu.
Ne için bütün bunlar?
Kendini bu kısırdöngüye kaptıranlar kendilerini bu çarka dahil olamayan ama aynı zamanda da bu çarktan tamamen kopamayanlardan daha iyi hissediyordur eminim. Arada derede kalanlar hep en mutsuz olanlardır.
Plazalar, takım elbiseler, gösteriş... Ne için?
Basak dedi ki…
Al sana bir postluk konu daha çıktı! Hadi bakalım. :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Orda, Bir Salgın Var Uzakta

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...