Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...

Yazma edimi, en önemli insani iletişim yöntemlerinden birisi. Daha çok, insanın asli işlevlerinden olan düşünme yetisinden beslenmesine bağlıyorum bunu. Bir başka temel insani iletişim yöntemi olan konuşma edimine kıyasla, daha kontrollü bir edimdir yazmak. Düşünce, üstüste birkaç elekli bir zihinsel süzgeçten geçtikten sonra yazıya dökülür; söylenecek sözü ölçüp biçmek ve ifade edilecek düşünceyi tartmak için yeterince vakit vardır. Oysa dilin kemiği yoktur. Bu anlamda, insanlara ulaşmakta daha güvenli bir kanaldır yazmak. Öte yandan, içini dökmekten başka bir derdi olmayan insanın bir tercihi olarak da görülebilir. Ama en önemlisi, ölümlü insanın dünyaya bir iz bırakma ihtirasıyla açıklanabilir yazma ihtiyacı. Çünkü duyguyu, düşünceyi kayıt altına alır yazı. Başlıkta da dendiği gibi: "Söz uçar, yazı kalır." Bu yüzden, hep bir muhatap arar yazı, çünkü kağıda düştüğünde tek başınadır, cansızdır ve onu okudukça hayata getirecek yabancı bir çift göz arar en azından. Muhatap arar ısrarla; çünkü ancak bir başkasına ulaştığı, bir başkasıyla hissiyatını paylaştığı müddetçe canlı kalabileceğinin farkındadır.

Yazma güdüsünü genel bir bakışla anlamaya, anlatmaya dönük bu giriş, aslında benim yazma edimi ile olan ilişkimi de az çok tarif etmiş oluyor. Öncelikle, meramımı -en iyi- yazarak anlatabildiğime inanıyorum. Şiir, mektup ya da herhangi bir karalama denemesi, hiç farketmez, herhangi bir biçim ayrımı yapmaksızın, en gözde anlatım tarzımdır yazmak. Bu, benim için işin yazarlık tarafı, okuyuculuk tarafına gelince; benim gibi söze ve sözünü kağıda dökmeye düşkün yazarların da sıkı takipçisiyimdir. Aslında yazma ediminde hangi tarafta olduğunuzdan bağımsız olarak, yazı sevdası, yukarıda değindiğim "hissiyat paylaşımı" meselesinde düğümleniyor sanki. Okuyucu rolünde, yazıyla yeterince bağ kurabiliyorum zaten, ama yazarak paylaşmak konusunda bir eksiklik hissediyorum uzun süredir. Hikaye, roman gibi uzun soluklu bir edebi türde yazmak konusunda iddialı olmadığım hesaba katılırsa, "modern günlük" ya da "kitlesel günlük" şeklinde tabir edilebilecek blog, burda hızır gibi yetişti imdadıma. Usta blogger arkadaşlarımın da cesaret vermeleri sonucunda, birden o dünya çapında ün salmış blog havuzunun -ya da okyanusunun mu demeli- hemen üzerinde, tramplenin ucunda yaylanırken buluverdim kendimi.

Tabii yaylanma aşamasına gelinceye kadar, havuzla ilgili biraz bilgi topladım. Gördüm ki; havuz geniş olduğu kadar da derin bir havuz, yüzme bilmeyenlerin girmemesi öneriliyor. Ayrıca, havuzun kendi içinde bir disiplininin, bir kurallar bütününün olduğunun unutulmaması ve ona göre yüzülmesi üzerinde önemle duruluyor. Ben de bunları bir kenara not ederek serbest stil yüzmeye karar verdim. Bilmem, söylememe gerek var mı, kulvarımda kulaç atmak isteyenlerin her zaman başımın üstünde yeri var. Serbest stil yüzmek demişken, son bir not daha düşmek isterim: Sanılmasın ki; sırtüstü, kelebek gibi tarzlarla işim olmaz, yeri gelir, öyle de yüzerim elbette, yeter ki, kulvarımı kaybetmeyeyim.

Foto: Kerameikos Stelae, Eski Yunan yazıtı, Atina. (Andrew Prokos'un fotoğraf sitesinden alınmıştır)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Eeee... Hayırlı olsun. Ama unutmayın ki sorun başlamak değil devamını getirmek. Yani sadece havuza atlayışınızı değil yüzüşünüzü de görmek isteriz.
Adsız dedi ki…
Hayırlı uğurlu olsun, her alanda başarılar getirmesini dileriz. bir post iki post üç post demeden gece gündüz fabrika gibi çalışan site olması dileği ile.
Adsız dedi ki…
Geçer gider yeryüzünde
En güzel nimetler bile,
Zaman sınırlarını aşan düşüncelerimizle
Yaptığımız etki düşünenlere,

Bir tek o vardır,
O kalır sonsuzluğa...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Orda, Bir Salgın Var Uzakta