Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Plazaya dışarıdan bakarken, insanı en çok rahatsız eden, insan doğasının olumlu yanlarını törpüleyen yapısı oluyor ister istemez. Son yazımı, plazaların, hayatın öncelikli alanlarından biri olarak gördüğüm siyasetin canlanmasına ket vurmasından sözederek tamamlamıştım. Kaldığımız yerden devam edelim.

Siyasetin yanısıra, hayatı yaşanır kılan diğer alanlarda da, plaza çalışanlarının yeteneklerinin köreldiğini görmek zor değil. Bir plazadan -amatör bir anlayışla bile olsa- müzik grubu çıkabilir mi? Hayalgücü bir mengeneye sıkıştırılmış plaza insanlarının edebiyata, sinemaya bakışının sınırlı kalacağı aşikar degil mi? Plazada çalışan insanların, siyasi faaliyete göre nötr bir yerde duran ve dolayısıyla daha güvenli addettikleri bu alanlara ilgi göstermediği değil iddiam. Farkında olmadan tutuculaşan plaza çalışanları, bu alanlardaki popüler ve kalıcı etkiler bırakmayan örneklere merak salıyor. Popüler kültürün de plazalarla ve çalışanlarıyla bir alıp veremediği olmadığı için, hatta tersine, gelir düzeyi itibariyle, herhangi bir metayı rahatlıkla satın alma kapasitelerine duyulan güvene bağlı olarak, popüler kültürün hedef kitle olarak plaza çalışanlarını seçmesi sayesinde, bu alanlarda mutualist bir tüketim zinciri kurulmuş oluyor.

Dışarıdan, plazanın insanı düşürdüğü haller böyle görünüyor. Binanın dış görüntüsüne gelelim. Ünlü mimarların elinden geçerek tasarlansa da, ortaya çıkan plaza görüntüsü epey sevimsiz. Altın kural: "Ne kadar yüksek olursa o kadar makbul." Ne de olsa gücü simgeliyor, plazayı diktirenlerin gücü ne kadar yükseğine yetiyorsa, o kadar çok kat çıkılıyor. Aslında, iş amaçlı bir kullanım hedeflendiğinden, o görüntünün estetik olması da beklenemez zaten, sorun, şehrin göbeğini işgal etmeye başladıklarında başlıyor. Böylece, artık o çirkinliğin göze batmaması imkansız hale geliyor. Görüntü sevimsiz olduğu kadar da soğuk, camlar koyu renk bir filmle kaplı. İçindeki şahsiyetin ne kadar mühim olduğunu ima eden, camları kaplanmış lüks bir otomobili andırıyor. İçeride çok önemli işler döndüğünü düşündürtüyor. Saygınlığını, görüntüsü veya estetiği ile kazanması mümkün olmadığı için bu kaplamadan ve onun dışarıdan bakan zihinlerde uyandıracağı ciddiyet algısından medet umulması anlaşılabilir. Ama sonuç olarak, insana ve dolayısıyla şehre yabancı duruyor. ABD'de, yine bir nebze, bu yabancılık bu derecede hissedilmeyebilir, ama köklü bir mimari kültürü barındıran bu topraklarda, şehrin göbeğinde gerçekten eğreti duruyor.

Plazanın güce yaptığı vurgu, şehrin siluetine -hiçbir kural gözetmeden- damga vurmaya cüret edişiyle tartışılmaz bir gerçek haline geliyor. Lisan olarak gücü seçerseniz, farkında olmadan, karşınızdakileri de o lisan üzerinden konuşmaya davet etmiş olursunuz. Maalesef, son yıllarda, beğenmediği düzene şiddet yoluyla muhalefet edenlerin veya kişisel sapkınlıklarla etrafa saldıranların, aslında bu daveti memnuniyetle kabul ettiklerini görüyoruz. 11 Eylül 2001'de ABD'de yaşananlar, bunun en uç örneğini oluşturdu. Böylece anlaşıldı ki, şiddet, güç lisanının -hala- en yaygın kullanılan lehçesi. Ve yine anlaşıldı ki, güce tapanların saldırgan üslubu yüzlerce, binlerce insanın hayatına maloluyor. O yüzden, güç, tehlikeli bir lisan, kullanmayı seçmeden önce iyi düşünmeniz gerekiyor. Güce misliyle cevap vermek için yanıp tutuşan şiddet yanlıları, bunu fırsat bilip çılgınca eylemlere girişiyor. Kapitalist yaşam tarzının semtler arası uçurumlar yaratan mevcut koşulları, yeterince bereketli bir tarla zaten, plaza gibi yapılarla yeni tohumlar ekiliyor, ve bazen yabancılaşma aşısı fazla kaçınca, mahsul, çılgın bir terörist olabiliyor.

Dışarıdan, durum özetle böyle, yani pek içaçıcı değil. İlerleyen günlerde, biraz da içeriden bakalım şu plazaya, belki kaçırdığımız bir şeyler vardır.

Foto: Tokyo. (Dan Heller'ın fotoğraf sitesinden alınmıştır)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
bu yazınızın üstüne bir de dubaiden gelip 650 metrelik üç tane plaza babası dikeceklerini öğrendik... farkındayım içerikle biraz uzak ama benim aklıma hemen bu olay geldi. plaza olayının ötesinde bu yapılanın nedenini nasılını düşünmeden/yazmadan duramazsınız gibi geliyor. Niye 650 metrelik, niye 3 tane, niye şehrin göbeğine zaten trafiğin rezil olduğu levente, niye niye niye
Tomek dedi ki…
Dediğiniz gibi, yazı, daha çok plazayı kavramsal bir düzeyde masaya yatırıyor. Sizin yorumunuz üzerine, bu yazımı, verdiğiniz güncel örneğin ülke gündemine düşmesiyle neredeyse eşzamanlı bir şekilde yazmış olduğumu farkettim. Böyle gündemi takip etmek gibi bir zorunluluk hissetmiyorum aslında, ama bu kez böyle denk geldi :) Bu peşpeşe sıraladığınız "niye" sorularına bir anda cevap vermek zor, ama bu plaza bahsini uzatmayı düşünüyorum. Örneğin, ilerleyen günlerde, plazaya içeriden bakmayı hedefliyorum. O serinin içeriği zihnimde az çok şekillenmiş durumda, ama o yazı serisinde, sorularınıza -yine kendimce tabii- cevap verme imkanı bulabilirim belki. Katkınız için teşekkürler.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Orda, Bir Salgın Var Uzakta

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...