Plaza - Dışarıdan bir bakış (1)

Türkçe'ye ofis gökdeleni ya da çok katlı iş merkezi gibi tanımlarla çevrilebilir plaza. Burada, plazanın etimolojik ya da tarihsel kökenlerine, bu tanımın daha ötesinde girmeyi pek gerekli bulmuyorum. Sadece, bir yeni kıta üzerine, daha birkaç yüzyıl önce, o toprakların sakinlerini hızla yokederek yerleşmiş Avrupa çıkışlı bir göçmen kültürünün mimari alandaki doğal fukaralağının bir sonucu olarak, plazaların öncelikle ve yaygın bir biçimde ABD'de görüldüğünü söyleyip geçelim. Batılılaşma macerası yine son iki yüzyıldır devam eden memleketimizde bu yapı tarzı, '80'lerin ortalarından bu yana ivmelenen kapitalistleşme sürecine eşlik edercesine, hatta bu sürecin kamuoyu nezdinde tescil edilmesinin temel yakıtı şeklinde kullanılarak boy vermeye başladı.

Şimdilerde, büyük şehirlerde irili ufaklı örneklerine rastlamak artık çok olağan. Tanımı gereğince, paranın yoğunlaştığı bölgelerde, semtlerde inşa edilmesine dikkat ediliyor. Dolayısıyla, plazaların yerleşim stratejisi şehrin kalbini parsellemeyi hedefliyor. Bu durum, plansız kentleşmeyi düstur edinmiş ülkemizde, her şeyden önce, bıçak sırtında ilerleyen kentiçi trafik düzenlerini altüst ediyor. Çalışanları, kişisel konfor tanrısına kayıtsız şartsız biat eden şehirli orta-üst sınıfa mensup insanlardan oluşan plazalar, arsızca dikildikleri her noktadan, sabah saatlerinde çaldıkları "toplan" borusuyla, tek başlarına seyahat etmeye özen gösteren çalışanlarının özel araçlarıyla hücum etmelerine yolaçıyor. Akşam saatlerinde çalan "istirahat" borusuyla aynı oyun tekrar sahneleniyor.

Plaza; çevreye ve dışında kalan insanlara saygısı olmayan, küstahça bir güç gösterisi sergileyen bir yapı tarzıdır diyerek trafiğin kaotikleşmesini, plaza semtinden günün bu dönemlerinde geçip giderken bu keşmekeşin göbeğinde kalma şanssızlığını yaşamak durumunda kalan sıradan vatandaşın çilesini bir kenara koyalım şimdilik. Genel olarak insanlık açısından bakınca, görüntü çok hazin aslında. Doğanın en yaratıcı, en dönüştürücü, en üretken üyeleri acayip bir yapı içerisine üniformalarıyla doluşup amansız, ürkütücü derecede donuk bir rutine katılıyor. Evrimdi, gelişmeydi derken insanlığın bu noktaya gelmiş olması, en hafif deyimiyle, hayalkırıklığı yaratıyor.

Böyle monolitik, devasa bir kütlenin içine giren bir insandan ne beklenebilir? Neyi düşünmesi, neyi üretmesi veya neyi değiştirmesi umulabilir? Ya da böyle bir yapıda gününün, bir başka deyişle hayatının önemli bir bölümünü geçiren insanların dinamik ve yeni bir hayat istemesi mümkün müdür? Çalışanları büyük bir oranda beyaz yakalı olan ve kadrolarına alt-orta sınıf mensubu ailelerin çocuklarından, yani siyasal anlamda en bilinçli, en inançlı hareketlerin nüvesini oluşturagelmiş bireylerden ofis elemanı devşiren plazalar, bu anlamda, siyasi atalete çanak tutmuş olmuyor mu? Siyasette, son 10-15 yıldır yaşadığımız tıkanıklık artık boğucu bir hal almaya başladı. Genç neslin, hayatın bu önemli alanına sırtını dönmesinin nedenleri arasında çok şey sayılabilir. Ancak düşünen ve okuyan kalifiye genç neslin enerjisini her işgününde soğuran plazaların, siyasal bir canlanmanın önünü -dolaylı da olsa- tıkayan etmenler arasında hatırı sayılır bir yeri olduğunu düşünüyorum.

Foto: Thomas Barbey. (Pixiport web sitesinden alınmıştır)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Orda, Bir Salgın Var Uzakta

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...