Kayıtlar

Ekim, 2005 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Plaza - İçeride havalar nasıl? (3)

Resim
Geçenlerde, plazalara şöyle bir dışarıdan bakmaya çalışmıştım. Yetmedi, bir tur daha attım plazaların etrafında, belki kaçırdığım bir şeyler olabilir diye. Açıkçası, sabahları bir plazanın döner kapısı önünde gamsız bir şekilde uyuyan tekir kedi ile plaza etrafında konuşlanan hoşsohbet simitçi amca dışında, hayata dair herhangi bir detay gözüme çarpmadı. Özetle, plaza, dışarıdan, gösterişli bir yabancılaşma abidesinden başka bir görüntü vermiyor. Bu kez, biraz daha cüretkar davranıp içeri girelim ve bu yabancılaşmanın anatomisine bir giriş yapalım. İçerisi, ihtişam ve kullanılan teknoloji bakımından, dışa yansıyan görüntüyü pek aratmıyor, dolayısıyla burada bir tutarlılık sözkonusu. Yani, "dışı seni yakar, içi beni" demek mümkün değil. Bu tür yapıların, özellikle akıllı oluşu öne çıkarılır, herhalde dışarıdan bu güce karşı saygı duymakta bazı tereddütlerimiz varsa, bunları, içeri girdiğimizde gördüklerimizi, insan zekasını aşan üstün bir zeka şeklinde yorumlamamız ve hayran

Yirmi Detay

Resim
Favori uğrak blog limanlarımdan "Lezzetin İzinde"nin evsahibesi sevgili Başak , "elim sende" oyununa beni de katmış ve seçtiği 3 ebeden biri olarak beni göstermiş. Ne diyelim, öncelikle teşekkürler... Bu turda, oyunun kuralı, kendimize ait 20 detayı verip yeni 3 ebeyi sobelemek. 20, tek başına küçük bir sayı, ama iş, insanın kendini tanımlamak üzere 20 detay vermesine gelince, birden büyüyüveriyor bu iddiasız sayı. Düşünsenize, size özel sayılabilecek detayları, hem de 20 detayı, etrafta kim var kim yok diye bakmadan, blog üzerinden orta yere dökmeniz isteniyor. Bu yüzden zor bir görev var önümde, ama zoru severim ben, o yüzden memnuniyetle bu oyun davetini kabul ederek girişiyorum huzurlarınızda kendimi sergileme görevine. 1) Tutkulu bir yanım vardır, bazen dozunu kaçırır, saplantı haline getiririm tutkularımı. Bir kere gönlüm kapılmaya görsün bir kadına ya da bir güzelliğe, nerede duracağımı bilemem. Bereket, bu kapılma anını seyrek yaşarım, kolay kolay etkilenmem

Türk Solu - Durumdan Çıkan Vazife (2)

Resim
Son yazımda , Türk Solu'nun içine düştüğü ve kanımca ülkenin geleceği üzerine kafa yoran herkesin de dikkate alması gereken çıkmazı, kabaca tanımlamaya çalışmıştım. Sözkonusu olan, herhangi bir siyasal hareketin güç kaybı değil; ideolojik düzlemin iki ana ekseninden birinin tamamen silinmesidir. Bu durum, ülkenin yönünü belirleyen iç politika kapsamında ele alınacak basit bir denge problemi olarak yorumlanıp geçiştirilecek bir siyasi gelişmeden çok daha fazlasını ifade ediyor. Aynı zamanda, özellikle önümüzdeki yıllarda, dış politika sahnesinde başbaşa kalacağımız AB ile ne düzeyde bir uyum tutturabileceğimizi belirleyecek bir gerçekle, bu oyunda Türk tarafının suflörsüz bir halde rolünü oynamak zorunda kalmasıyla karşı karşıyayız. AB'ye üyelik sürecinin müzakere düzeyinde resmen başlamasıyla birlikte, süreç karşıtları gittikçe daha yüksek sesle kampanyalar yürütür hale geldi. Hükümet kanadının, bu rüzgara direnmeye yetecek içtenlikten ve donanımdan uzak olduğu ise aşikar. Geld

Türk Solu'nun Hal-i Pürmelali (1)

Resim
Samuel Beckett'in yenilgi üzerine sarfettiği o ünlü cümleye, çoğunuz bir yerlerde rastgelmişsinizdir: "Denedin, yenildin. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil!" Hayatın herhangi bir alanında bizi karşılayan tatsız deneyimlerdir yenilgiler ve insanı, çeşitli derecelerde sarsan ve hemen akabinde ciddi bir toparlanma ihtiyacını yakıcı bir şekilde hissettiren deneyimlerdir. Ne kadar hazırlıklı girdiğinizi düşünseniz de bir mücadeleye, ister istemez galibiyete şartlanırsınız. Bunun dışında aldığınız bir sonuç, hayalkırıklığıyla başlayıp depresyona kadar savrulmanıza sebep olabilecek bir salınım sürecini tetikler. Beckett, yenilginin içerisinde barındırdığı ve bize sunduğu yenilenerek gelişme imkanlarını hatırlatır, ki bu salınımın depresif ucuna meyletmeden önce şöyle bir soluklanalım ve olup bitenleri bir gözden geçirelim. Türkiye'nin son 25 yılına damgasını vuran en acı yenilginin öznesidir Türk Solu. Ancak Türk Solu'nun -zaman zaman bazı kolları Beckett'in anaf

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Resim
Plazaya dışarıdan bakarken, insanı en çok rahatsız eden, insan doğasının olumlu yanlarını törpüleyen yapısı oluyor ister istemez. Son yazımı , plazaların, hayatın öncelikli alanlarından biri olarak gördüğüm siyasetin canlanmasına ket vurmasından sözederek tamamlamıştım. Kaldığımız yerden devam edelim. Siyasetin yanısıra, hayatı yaşanır kılan diğer alanlarda da, plaza çalışanlarının yeteneklerinin köreldiğini görmek zor değil. Bir plazadan -amatör bir anlayışla bile olsa- müzik grubu çıkabilir mi? Hayalgücü bir mengeneye sıkıştırılmış plaza insanlarının edebiyata, sinemaya bakışının sınırlı kalacağı aşikar degil mi? Plazada çalışan insanların, siyasi faaliyete göre nötr bir yerde duran ve dolayısıyla daha güvenli addettikleri bu alanlara ilgi göstermediği değil iddiam. Farkında olmadan tutuculaşan plaza çalışanları, bu alanlardaki popüler ve kalıcı etkiler bırakmayan örneklere merak salıyor. Popüler kültürün de plazalarla ve çalışanlarıyla bir alıp veremediği olmadığı için, hatta tersin

Tomek

Resim
Tomek, bir hayal kahramanı. Kahraman sözcüğü, bir insan için kullanıldığında, ilk anda gösterişli anlamlar çağrıştırır. Ya doğaüstü bir güzelliği temsil eder kahraman, ya da olağanüstü güçlere sahiptir, bunu iyi ya da kötü amaçlar için kullanır. Sonuçta, kolay kolay günlük hayatta rastlayabileceğiniz bir tipleme değildir. Tomek, bu şartları sağlamayan bir kahraman; tersine gayet sıradan, hayatın içinden bir insan. Tomek, annesiyle birlikte yalnız bir yaşam sürüyor. Hani dizi dizi, sevimsiz, çok katlı toplukonutlar yığını olur ya büyük şehirlerin kenar mahallelerinde, işte öyle bir çok katlının içerisinde; küçük, mütevazı bir dairede günlerini geçiriyor. Yalnız ve mutsuz bir adam, annesiyle de paylaştığı fazla bir şey yok. Zaten içine kapanık ve fazla konuşmayan bir hali var Tomek'in. İddiasız ve tamamen kendine ait bir dünyası var. Kaybeden bir kişilik olduğu her halinden belli. En büyük zevki, yüksek irtifadaki dairesindeki odasından, dürbünü yardımıyla, karışamadığı gündelik haya

Plaza - Dışarıdan bir bakış (1)

Resim
Türkçe'ye ofis gökdeleni ya da çok katlı iş merkezi gibi tanımlarla çevrilebilir plaza. Burada, plazanın etimolojik ya da tarihsel kökenlerine, bu tanımın daha ötesinde girmeyi pek gerekli bulmuyorum. Sadece, bir yeni kıta üzerine, daha birkaç yüzyıl önce, o toprakların sakinlerini hızla yokederek yerleşmiş Avrupa çıkışlı bir göçmen kültürünün mimari alandaki doğal fukaralağının bir sonucu olarak, plazaların öncelikle ve yaygın bir biçimde ABD'de görüldüğünü söyleyip geçelim. Batılılaşma macerası yine son iki yüzyıldır devam eden memleketimizde bu yapı tarzı, '80'lerin ortalarından bu yana ivmelenen kapitalistleşme sürecine eşlik edercesine, hatta bu sürecin kamuoyu nezdinde tescil edilmesinin temel yakıtı şeklinde kullanılarak boy vermeye başladı. Şimdilerde, büyük şehirlerde irili ufaklı örneklerine rastlamak artık çok olağan. Tanımı gereğince, paranın yoğunlaştığı bölgelerde, semtlerde inşa edilmesine dikkat ediliyor. Dolayısıyla, plazaların yerleşim stratejisi şehri

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...

Resim
Yazma edimi, en önemli insani iletişim yöntemlerinden birisi. Daha çok, insanın asli işlevlerinden olan düşünme yetisinden beslenmesine bağlıyorum bunu. Bir başka temel insani iletişim yöntemi olan konuşma edimine kıyasla, daha kontrollü bir edimdir yazmak. Düşünce, üstüste birkaç elekli bir zihinsel süzgeçten geçtikten sonra yazıya dökülür; söylenecek sözü ölçüp biçmek ve ifade edilecek düşünceyi tartmak için yeterince vakit vardır. Oysa dilin kemiği yoktur. Bu anlamda, insanlara ulaşmakta daha güvenli bir kanaldır yazmak. Öte yandan, içini dökmekten başka bir derdi olmayan insanın bir tercihi olarak da görülebilir. Ama en önemlisi, ölümlü insanın dünyaya bir iz bırakma ihtirasıyla açıklanabilir yazma ihtiyacı. Çünkü duyguyu, düşünceyi kayıt altına alır yazı. Başlıkta da dendiği gibi: "Söz uçar, yazı kalır." Bu yüzden, hep bir muhatap arar yazı, çünkü kağıda düştüğünde tek başınadır, cansızdır ve onu okudukça hayata getirecek yabancı bir çift göz arar en azından. Muhatap ara