Stat Dışı Bir Maç Analizi (1)

2005 Ekim ayı başında, Almanya'da 2006 yazında oynanacak olan dünya kupasına katılacak son 5 takımı belirleyen kura çekimi sonunda, Türkiye milli takımı, İsviçre ile 12 Kasım 2005'te deplasmanda ve 16 Kasım 2005'te kendi sahasında, iki baraj maçı oynamak üzere eşleştiğinde, Türkiye'nin böylesine utanç verici bir duruma düşebileceği, aklımızın ucundan bile geçmiyordu. Gerçi, ana lisanı şiddet olan, en ufak bir tahrik karşısında kendini kaybeden ve bu andan sonra gözü kararıp sağa sola şuursuzca saldıran, her şey olup bittikten sonra da yaptıklarını tahrik oluşuyla meşrulaştırmaya çalışan Türkiye toplumunun, gerek futbol alanında gerekse hayatın diğer alanlarında defalarca tanık olduğumuz, mütecaviz karakterini unutmuş değildik. Ama İsviçre ile alıp veremediğimiz bir şey olmadığı için, işin bu raddeye varmasını da beklemiyorduk haliyle.

12 Kasım'da Bern'de, maça gidenlerden öğrendiğimiz kadarıyla, stada gelinceye dek, her şey yolundaydı. Milli takım kafilesi günler önce Bern'e gelmiş ve havaalanında sorunsuzca işlemlerini hallettikten sonra maç hazırlıklarına başlamıştı zaten. Maç gününe kadar, İsviçre medyasının, Türkiye milli takımını tatlı-sert yorumlarla konu ettiğini gözlemledik. Ancak, her özgür ve medeni ülkede görülmesi doğal olan ve abartılacak bir düzeyde olmayan iğnelemelerdi bunlar. Maç günü ise, günboyu her iki ülkenin taraftarlarının dostça -ve hatta zaman zaman bir arada- gülüp eğlendiği bir hava vardı. Maç saati gelip çattığında, çoğunluğunu İsviçre'lilerin oluşturduğu tribünlerde, şaşırtıcı bir ilgi göze çarpıyordu. Yine Bern'de, 26 Nisan 1995'te Türkiye ile, bu kez 1996 yazında İngiltere'de düzenlenecek olan Avrupa Futbol Şampiyonasına katılabilmek için grup eleme maçında karşı karşıya gelen İsviçre'de, hiç bu kadar coşkulu ve kalabalık bir tribün görüntüsü olmadığını hatırlıyoruz bu noktada. Belli ki, geride bıraktığımız 10 yıllık dönemde İsviçre'nin futbola ilgisi artmış. Başlama vuruşundan önceki milli marş seremonisi sırasında, daha da şaşırtıcı bir gelişme oldu: Tribünler Türk milli marşını ıslıkladı. Maçın seyri ise, tribünlerin ilgisine paralel bir şekilde, İsviçre'li oyuncuların hırslı, agresif oyun anlayışı ve Türk milli takımının silik görüntüsü ile belirlendi. Maç sırasında, tribünlerden sahaya zaman zaman çeşitli cisimler atıldığını da gördük bu arada. Maç, İsviçre'nin 2-0'lık galibiyetiyle biterken, maçsonunda da herhangi bir hakaret, taciz ya da fiili saldırı gelmedi İsviçre kanadından.

Bundan sonra Türkiye kanadında gördüklerimiz ise, Türkiye futbol kamuoyunun çok aşina olduğu maçsonu söylemlerinin tekrar tekrar ısıtılıp önümüze sürülmesinden ibaretti. "Hakem kötüydü, muhtemelen yanlıydı da, üstelik bir penaltımızı da es geçmişti. Milli marşımızın ıslıklanması, başlıbaşına bir skandaldı. Sözde medeni İsviçre'liler düpedüz artniyetliydi, vs, vs." nameleri döküldü teknik kadronun ve oyuncuların ağzından. Türkiye Süper Ligi'nde, bu bayat nameleri yıllardır dinlemekten bezmiş bir futbolsever olarak, bu kez, kariyerine bir UEFA Kupası ve İtalya'da Fiorentina ile Milan gibi kulüpleri çalıştırmış olma başarılarını sığdırmış teknik direktörümüzün ve yine aynı UEFA Kupasını kazanmış kadrodan gelen, İtalya ile İngiltere gibi üst düzey liglerde oynamış, artık 35'ine merdiven dayamış, takımdaki diğer oyunculara örnek olmasını beklediğimiz kaptanımızın ağzından aynı nakaratları duyunca, onların adına utandım. Bu insanlar, yılların ve Avrupa maceralarının verdiği tecrübeyle, gittikçe daha babacan, daha yapıcı davranmaları gerekirken, aksine provokatif sözler sarfederek nasıl irtifa kaybettiklerinin farkında değil mi? Futbola verdikleri yıllardan hiç mi bir şey öğrenememişler? En azından maç sonucunu kabullenmeyi, rakibe saygı duymayı da mı öğrenememişler? Kaybettikleri maçın ardından, bu halleriyle, mızıkçı çocuklara benzediklerini görmüyorlar mı? Kariyerlerinin sonuna gelmiş bu iki futbol adamı, neden kariyerlerine yakışan bir kapanışı bize çok görüyor? Futboldan koptuktan sonra onları iyi hatırlamamıza neden izin vermiyorlar? Her şey bir yana, mesleğine saygı duyan bir profesyonele yakışmıyor bütün bu sözler, davranışlar silsilesi.

Maalesef, işgal ettikleri pozisyon gereğince, 12 Kasım'dan itibaren, bir kuyumcu özeni ile hareket etmesi gereken futbol adamlarımızın sorumsuzca davranmalarını tetikleyen ve nihayet 16 Kasım'da elimizde patlayan bir bombaya dönüşen sürecin fitilini, böylece Terim ateşlemiş oldu. 16 Kasım'da oynanan son maçın öncesinde, maç içerisinde ve sonunda yaşananlar, ilk maçtan sonra tanık olduklarımıza rahmet okutacak kadar yüz kızartıcıydı. Bir sonraki yazıda, stat dışından maç analizine buradan devam edeceğim.

Foto 1: Fatih Terim, 12 Kasım 2005 Bern. (AP: Murat Sezer, FIFA World Cup web sitesinden alınmıştır)
Foto 2: Hakan Şükür, 12 Kasım 2005 Bern. (Television Suisse web sitesinden alınmıştır)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Kesinlikle size katiliyorum. Bu konularda henuz biraz acemiyiz. Gerci birbirine saygisinin ne kadar oldugu tartisilabilir olan, kirmizi isikta, yesili gordugunde arkada, direksiyonun ustunde beklettigi avuc icini ani bir refleksle direksiyona bastiran bir toplumdan da fazlasini beklemek saflik olmaz mi acaba? Henuz gidilecek cok yol var.
enemy dedi ki…
Bugun TFF medyaya bir cd dagitti, Milli mac esnasinda cekilen goruntuler ile ilgili. Fatih Terim'in futbolcularina; "Tahrik ederlerse bile sesinizi cikarmayin, sakin olun..." ikazlari duyuluyormus bu cd'de. Bu aksamdan itibaren duser diye tahmin ediyorum televizyon ekranlarina.

Sonra, devre arasinda futbolcularin elele kolkola sahaya cikma goruntuleri varmis. Izlemedik herhalde hicbirimiz henuz.

"Goruntuleri ceken kameramanlari polisler dovup, ellerindeki kasetleri aldi..." diyen Isvicreli futbolcular, bu kaseti gordukleri zaman ne cesit bir tepki gosterecekler merak ediyorum... Hatta, Turkiye'nin boylesine uzerine gelen bir dunya medyasinin ne cesit bir tavir alacagini daha cok merak ediyorum...

Hele ki, basin tribununde maci izleyen, mac biter bitmez koselerine cekilip makalelerini ilgili birimlerine yollayan kose yazarlari disarida neler olup bittigini hic yazmasinlar. Cunku onlarin disarisi ile ilgili yorumlari macin bitis dudugunden 1 sonrasini kapsar.

Gecmisi ne kadar kolay unutan bir millet oldugumuz gercegi, anti-turkiye hareketi ile birlestiginde ne kadar uzucu bir tablo cikariyor ortaya...

Belcika'da sokak ortasinda dayak yiyen Turk genclerini ne cabuk unuttunuz?

Galatasaray'li futbolcularin Roma'da yedikleri dayagi ve Eser Yagmurdereli(hatirlamiyorum soyadini tam olarak fakat kaleci antrenoruydu)'nun kafasinin yarilmasini?

Fifa ne kadar ceza verdi?
Milli mac degilmiydi?
Sampiyonlar Ligi, UEFA Kupasi maclari birer milli mac degilmidir?

Ve yorumu yazan sahis. O toplumun bir mensubusun. Muhtemelen o kornaya basanlardan biri teyzenin oglu, biri amcanin kizi, biri belki senin oglun...

Hepimizin ortak paydasi bu toplumun bir bireyi olmamiz. Ve hickimse kapisinin onundeki pisligi temizlemeden, cikip bu memleket aleyhtari ahkamlari bu kadar acimasiz kesmesin.

Yaralayici oluyor gulum.
Adsız dedi ki…
Kapimin onunun yeterince temiz oldugunu dusunuyorum, o yuzden yeterince rahatim. Ne Isvicre'deki garip seyirciler gibi sahaya birseyler attim, ne de Turkiye'deki seyirciler gibi.

Icinde bulundugumuz toplumun temizligine ve ahlakina bu kadar inaniyorsaniz toprak orada, bas da sizin. Avrupali'nin medeniyeti de benim icin ornek degil. Onlar iyi biz kotu meselesi degil. Isim ortalamalarla degil. Ben bu toplumun bir 'bireyiyim'.

Goruntuleri bir miktar gordum ve bir daha uzuldum. Yapmamaliydik. Birileri dovuyor diye biz de mi dovelim? Birileri caliyor diye biz de mi calalim? Eger bunlar size normal geliyorsa biraz tarihe donup "kan kannan yunmas" diyen atalarimiza kulak vermekte fayda var. Ben boyle bir toplum istemiyorum, benim ahlak anlayisimda boyle birsey yok. Benim icin Turk olmanin en buyuk degerlerinden biri misafirperver olmaktir. "Konuguma", dusmanim olsa bile yumurta atmam. Bunu Avrupali yaparsa onun ahlaksizligidir. Adaletine inansaydim FIFA'ya da laf soylerdim; ama zaten bizim profesyonellerimiz bizim sesimizi kismadi mi bu konuda? Yillarin Mehmet Ozdilek'inin, durum her ne olursa olsun boyle birsey yapmasini tasvip edebiliyor musunuz? Davut Disli'nin konusmalarini iciniz kaldiriyor mu? Benim icin Sepp Blatter ne kadar hataliysa, bizim kendi profesyonellerimiz de ondan pek altta kalmiyor. Herseyden tahrik olmak zorunda miyiz? Biz de sutten cikmis ak kasik degiliz. FIFA bize karsi adil olmayabilir. Adalet bekleyebilmek icin oncelikle adil olmayi ogrenmek lazim.

Yorumun da anti-Turk bir tarafi oldugunu dusunmuyorum. Birgun mutlaka bu dar kaliplara dusmeden tartismayi da ogrenecegiz. Yeter ki bize bunu ogretemeyecek yerler bu ise kalkismadan biz bunu kendi icimizde halledebilelim.

Belki bir miktar daha tarihe donmekte fayda var: "Ben sporcunun zeki, cevik ve ahlaklisini severim". Siz nasil seversiniz?
Tomek dedi ki…
Sayın Enemy,
Sözünü ettiğiniz maç görüntüleri, 16 Kasım'daki ikinci maça ait detaylar. Bunlara, bir sonraki yazımda girmeyi düşünüyorum.

Diğer yorumlarınıza gelince; UEFA Kupası veya Şampiyonlar Ligi gibi organizasyonlar, söylediğiniz gibi, milli maç statüsünde değerlendirilemez. Öte yandan, sözünü ettiğiniz olayları gayet iyi hatırlıyorum, ama yorum eklediğiniz yazıyla bunların ilgisini kuramadım. Sözkonusu yazı; ne FIFA'yı, ne UEFA'yı ne de Avrupa kulüplerini konu etmektedir. Çünkü, iddianızın aksine, burada amaç "Türkiye aleyhtarı bir tonda ahkam kesmek" değil, tersine, öncelikle kapımızın önünü temizlemektir, ki bu da zaten sizin talebiniz değil midir? Yorumunuz, sanki bu yazı kapsamında, Batı'nın kusurlarının görmezden gelindiği ve sadece "anti-Türkiye" söylemi geliştirildiği gibi bir izlenim bırakıyor. Nasıl ki, yukarıdaki yazımda örneklediğim davranışlarını Sayın Terim'e yakıştıramadığımı anlatıyorsam, AS Roma'nın kariyerli hocası Fabio Capello'nun, GS'li Ayhan'ın saçından çekip ortalığı karıştırmasını da -zamanında- ayıplamıştım, hala da ayıplarım. Benim spor ahlakım bunu gerektirir. Dolayısıyla, bu konuları unutup bir çifte standart uyguladığımı ima ettiğiniz yorumunuza katılamıyorum. İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmamızı istediğim ve olgun, medeni bir Türkiye tahayyülünü öncelikli derdim olarak gördüğüm için, yazımda, bahsettiğiniz detaylara girmeye gerek görmedim.

Avrupa'da sokak ortasında gençlerimizin dayak yemesi, ya da İtalya'daki bir maç sırasında bir teknik adamımızın başının yarılması başka bir yazının konusudur. Peki, öyle bir konu gündeme geldiğinde, en azgın holigan kitlesi olarak bilinen İngiliz taraftarlar bile en fazla yumruk yumruğa kavga ederken ve bir insanı öldürmeye teşebbüs etmezken, İstanbul'un göbeğinde öldürdüğümüz 2 İngiliz'i hatırlama yürekliliğini gösterebilecek miyiz? Yoksa "Türkiye aleyhtarı" olma kaygısıyla onları da es geçelim mi istersiniz?

Kendimize bir an önce çekidüzen vermeliyiz. Aksi takdirde, eleştirdiğimiz Avrupa futbol dünyasını haklı çıkaracak kadar malzeme üretmiş oluyoruz.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Orda, Bir Salgın Var Uzakta

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...