Müzmin Bütünleme Dersimiz: Tarih

Tarih, sosyal bilimler arasında, benim için çok özel bir konuma sahip olan bir bilim dalı. Yıllarca, her Türkiye'li genç gibi, Türk Milli Eğitim sisteminin cenderesinde kalmış bir insan olarak, ortaöğrenimim sona erdiğinde, "tarihle bir daha işim olmaz" demem beklenirdi herhalde. Ancak, tersine; bu eğitim sisteminin ezberci, dünya tarihinden koparılmış ve yanlı resmi tarih kalıplarının, üzerimde, tarihe büyük bir merakla ve hevesle yönelmek gibi kışkırtıcı bir yan etkisi oldu. Maalesef, bu cendere, her bünye üzerinde aynı etkiyi yaratmıyor. Nitekim, tarih, 21. yüzyıl Türkiye toplumunun en sorunlu olduğu alanlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Kalabalık ve genç bir nüfusa sahip bir ülkede yaşıyoruz, ama aynı zamanda bir kitabın herhangi bir baskısının 1000 adetle sınırlı olduğu, keza, en çok satılan gazetenin, zorlama promosyonlarla bile, 1 milyonluk bir tiraja erişemediği bir ülke burası. Hatta, hala okuma-yazma kursları düzenleyerek, buradan mezun olan yaşlı başlı insanlarla övünmekten geri durmayan bir ülkeden sözediyoruz. Hal böyleyken, tarih gibi ciddi bir okuma ve okunanları yorumlayarak bir senteze ulaşma gayreti isteyen bilim dallarına, Türkiye insanının yüz vermesi pek mümkün olmuyor.

Tarih, sonu olmayan ve her zaman bir parçası olduğumuz, kesintisizce yaşadığımız bir süreç. Dolayısıyla, bu sürecin şimdiki zamana denk düşen kesitini daha iyi anlayabilmemizin ve bilinçli bir toplum olabilmenin yolu, geçmişle sık sık yüzleşmemizden ve yaşananlardan ders çıkarmamızdan geçer, ki geleceğimizi akılcı bir eksende şekillendirebilelim. Maalesef, okuma faaliyetinin bizatihi kendisine bile mesafeli durmasının doğal bir sonucu olarak bu toplum, böylesi bir tarih perspektifinden epey uzakta gözüküyor. İş bununla da kalmıyor; Türkiye insanı, kültürel alandaki bu donanımsız halinin hiç de farkında olmadığı gibi, bu farkındalık meselesini de kendine dert etmediğini, neredeyse önüne çıkan her fırsatta, adeta bağıra çağıra gösteriyor. Gündeme gelen her konuda, fazla bir birikim sahibi olmadığı halde, bu yetersizliğini gidermeye dönük en ufak bir gayret içine girmeden, en azından, o konuya dair fikir yürütmek için gereken düşünsel altyapıyı oluşturacak, emekleme kabilinden bir tarihsel ön okumaya dahi gerek duymadan, rahatlıkla konuşmaya, tartışmaya girebilecek kadar da özgüvenli(!) Türkiye insanı. Özgüven anlamındaki bu doz aşımını, ancak cahil cesaretiyle açıklayabiliriz herhalde. Çünkü, okumuş bir yetişkin insan, bilmediği bir konuda konuşması istendiğinde, kibarca "bilmiyorum, bir yorum yapamayacağım" der ve susar.

Tarih konusunda ne biliyoruz? Mesela, 1919'da Anadolu'daki direniş hareketini örgütleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC), harekete önderlik etmek üzere, ilk olarak eski başkomutan ve sadrazam Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa'ya başvurduğunu, anlaşma sağlanamayınca Mustafa Kemal'e (Atatürk) yöneldiğini biliyor muyuz? Mustafa Kemal'in (Atatürk), İTC içindeki Cemal Paşa hizbinden olduğundan, bu nedenle 1. Dünya Savaşı sırasında iktidarı elinde tutan Enver ve Talat Paşa'nın, onu iktidardan uzak tuttuğundan ve yine bu nedenle, savaş dönemi siyasetlerine bulaşmadığı için, 1919 konjonktüründe, İTC gözünde alternatif bir lider seçeneği haline geldiğinden kaçımızın haberi var? Ya da istibdatçı sıfatını başına eklemeden duramadığımız II. Abdülhamit'in, bugün ülke çapında 9 bin küsür km uzunluğa ancak varan demiryolu hattının, önemli bir kısmını bundan yaklaşık 150 yıl önce döşettiğini ve daha fazlası için uğraştığını, ama ciddi mali problemler yüzünden devamını getiremediğini kaçımız biliyoruz? Veya bizim Deli Petro diye dalga geçtiğimiz hükümdarın, dünyada Büyük Petro diye anılması hiç manidar gelmiyor mu size?

Tarihi anlamadan, layığıyla öğrenmeden söylediklerimiz, yaptıklarımız sadece kendimizi gülünç duruma düşürüyor. Bugünlerde üzülerek görüyoruz ki; Ermeni sorunu, Kürt sorunu gibi konularda, alelacele, sağdan soldan işittiğimiz şablonlara dayalı görüşler beyan ederken, haddimizi aştığımızın farkında bile değiliz. Yazar Orhan Pamuk'un sarfettiği birkaç cümleye bile tahammül edemiyoruz, ülkece, derhal onu yargılama ve infaz etme hakkını kendimizde buluyoruz. Bu konulara sağduyulu ve eleştirel bir gözle bakamıyoruz ve yine farkında olmadan kendi kendimizi köşeye sıkıştırıyoruz. Tarih, Türkiye insanı için, pek aşina olmadığı bir cangıldan farksız aslında. Türkiye, hazırlanmadan sık sık girmek durumunda kaldığı bu cangılda yolunu bulmaya çalışmanın tedirginliğini ve gerginliğini yaşıyor, bu nedenle, karşısına çıkan her şey, onda yabancı bir tehdit algısı yaratıyor, karşılaşılan o yabancı şeye atfedilen bilinmezlik, Türkiye insanının korkularını körükleyerek bir öfke patlamasını yaşamasının önünü açıyor. Dolayısıyla, farklı tarihsel görüşlere, bırakın hoşgörü göstermeyi, ilkel güdülerden beslenen, şiddete dayalı tepkiler veriyoruz. Türkiye insanı, tarihle ve kendisiyle barışmak zorunda, bunu başarmadan sağlıklı ve güçlü bir toplum olmayı beklememiz, sadece bir hayal.

Foto: Rus Çarı Büyük Petro. (BlinkBits web sitesinden alınmıştır)

Yorumlar

BAHADIR AKIN dedi ki…
Sayin Tomek,

Oncelikle siteniz hayirli olsun, yazilarinizin devamini dilerim. Değindiğiniz konu önemlidir, elinize sağlık, ara sıra üstünde durmakta yarar var.

Geçenlerde Fatih Altaylı'nın Sabancı Üniversitesinde okutulan Erik Jan Zurcher'in kitabıyla ilgili yazısını bu kapsamda ele almak mümkün. Biraz sivri dilli de olsa Engin Ardıç'ın Ernest Renan'ın ?Bir millet ancak geçmişi çarpıtılarak oluşturabilir. Geçmişini çarpıtmadan bir millet oluşturmak mümkün değildir.? sözü üzerine yazdığı yazı da bu çerçevede değerlendirilebilir.

Selam ve sevgiler.

F. Sipahi Tan
İzlenimler
BAHADIR AKIN dedi ki…
Linki vermeyi unuttum,
Engin Ardıç'ın yazısı http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=12994,,2

Fatih Altaylı için
http://izlenimler.blogspot.com/2005/11/fantezi.html
Tomek dedi ki…
İyi dilekleriniz için teşekkür ederim.
Ernest Renan'dan alıntıladığınız sözü duymuştum, ama bu yazıyı yazarken aklıma gelmemişti, bu sözü hatırlatarak değerli bir katkıda bulunmuşsunuz, bunun için de teşekkürler.
Fatih Altaylı'nın tutumu ise endişe verici. Kendisi, hafiyecilik oynamaya meraklı bir gazeteci. Ama bu merakını, üniversite ve tarih gibi ciddi alanlar üzerinden gidermeye kalkışmış ve kendini gülünç duruma düşürmüş. Eğer Sayın Altaylı, çok satan bir gazetede bir köşe işgal etmiyor olsaydı ve kendi halinde yazılar yazan bir gazeteci olsaydı, içine düştüğü durum, sadece onu bağlardı. Ancak, Sayın Altaylı, alenen, sırtını, hesabına çalıştığı güçlü medya devine vererek, gazetesinin hitap ettiği geniş okuyucu kitlesine, bir üniversiteyi ve onun akademik kadrosunu hedef göstermektedir ve bu haliyle, modern bir "vurun kahpeye" çığırtkanlığına soyunmaktadır. Türkiye toplumunun şiddete ve lince olan meyli hesaba katıldığında, Sayın Altaylı, sorumsuzca kaleme aldığı bu yazısıyla, bir anlamda ateşle oynamaktadır. Ama nasıl ki bir 10 sene önce tabu olan konularda artık özgürce tartışabiliyoruz, zamanla, Sayın Altaylı gibi yazarlar da, okurların bu tür ucuz tahrik kokan yazılara artık prim vermemeye başlamasıyla birlikte, tasfiye olacaktır diye umuyorum.
Selamlar.
Adsız dedi ki…
Merhabalar,
Yazınızda Büyük Petro'ya Deli Petro denilmesini manidar bulduğunuzu belirtmişsiniz. Deli kelimesi Türkçede mantıklı düşünme yeteneğini kaybetmiş(çılgın, mecnun) anlamında kullanıldığı gibi kuvvetli, güçlü, hızlı anlamına da gelmektedir. Gözü kara kimseler de deli lakabıyla anılırlar ki bu da bir yüceltme ifadesidir. Deli Fuat Paşa(2. Abdülhamit Dönemi) ve Deli Hüseyin Paşa(4. Murat Dönemi) internette küçük bir araştırma ile bulduğum, deli lakabını savaşlardaki kahramanlıkları ile alan Osmanlı paşalarıdır. Detaylı bir araştırma ile Osmanlı Tarihinde deli lakabını yüceltme anlamıyla taşıyan yüzlerce kişi bulunabileceğini düşünüyorum.
Deli lakabı bazen ilk anlamında da kullanılmış. Padişah Deli İbrahim de olduğu gibi.
Deli İbrahim(Patrona Halil İsyanında ezanı ve namazı yasaklayan isyancı softa), Deli Hasan Paşa(Önce Celali isyanı elebaşılarından sonrasında Osmanlı Paşası) gibi lakaplarının olumlu yada olumsuz anlamlara gelip gelmediğini pek çözemediğim ama Osmanlı açısından olumsuz kişilikler olması bakımından bu yakıştırmaların aşağılama amacıyla kullanıldığını düşünebileceğimiz kişilikler de var.

Petro'ya deli lakabının gaddarlığı nedeniyle yakıştırılmış olduğu söylense de delinin buradaki anlamının güçlü veya gözüpekten farklı birşey olabileceğini hiç düşünmedim. Çünkü hatırlayabildiğim kadarıyla lise kitaplarında da Petro tutarsız davranışlarla ya da küçültücü ifadelerle değil; eğitim, ordu gibi alanlardaki reformcu kişiliği Rusyayı bir Avrupa gücü haline getirmekteki çabasıyla ele alınmıştır. Bu nedenle Deli Petro'nun deli lakabı güçlü anlamı taşıyor olsa gerek.
Tomek dedi ki…
Merhaba Sayın Tekin,
Ben 80'lerin sonunda liseyi okudum ve o dönemde, gerek tarih dersi kitaplarında, gerekse tarih hocalarının anlatımlarında, Petro'nun başına yapıştırılan "deli" sıfatının, sizin "Deli İbrahim"de örneklediğiniz gibi, küçültücü bir amaçla kullanıldığını hatırlıyorum. Siz liseyi ne zaman okudunuz, bilemiyorum. Ancak yorumunuzdan anladığım kadarıyla, benimle aynı dönemde okumamışsınız, yanılıyor muyum? Ya da benimle aynı dönemde, yani 1988-1991 arası, liseyi okumuşsanız bile, tarih hocalarımız farklı ekollerden geliyormuş demek ki :) O zamandan bu yana, köprülerin altından çok sular aktı elbette. Umarım, müfredat dediğiniz yönde değişmiştir ve şu an durum, söylediğiniz gibidir.
Katkınız için teşekkürler.
Adsız dedi ki…
Sadece bir paragraf dışında bu yazının altına imzamı atabilirim sanırım. Anlamadığım ve aydınlatımam gerektiğini hissettiğim kısım ise şudur: Nasıl olur da Mustafa Kemal, Cemal Paşa hizibinden olduğu için (ki hizipçilikle kendisini hala bağdaştıramıyor olmakla birlikte) iktidardan uzak tutulmaya çalışılırken, Cemal Paşa aynı iktidarın Bahriye Nazırlığı'nı işgal edebilir? Burada, henüz zaferle taçlandırılmış hiçbir muharebesi bulunmadığı halde başkomutanlığa erişmiş Enver Paşa'nın, Çanakkale'de yıldızı parlayan Mustafa Kemal'e duyduğu garezin daha büyük önemi olduğunu düşünüyorum. Enver Paşa, Cemal Paşa'yı severdi de Bahriye Nazırlığı'na o yüzden mi ses çıkarmadı? Tabii ki hayır, Enver Paşa'nın Birinci Dünya Savaşı'na girme kararından en son haberdar olanlardandır Cemal Paşa, hiçbir önemli gelişmenin karar aşamasına dahil edilmemiştir. Ama Mustafa Kemal'in iktidardan uzak tutulması ile bir bağlantısı olduğunu sanmıyorum. Nitekim, hatıralarında da Mustafa Kemal adını anmıyor, oysa bu tür bir destek kendisi için son derece anlamlı olurdu.
Gelelim Kızıl sultanla demiryollarına... Tabii ki memlekete hizmet etmek istemiştir ve de iyiniyetlidir sultanımız... Lâkin... Kilometre başına ödeme yapmak; bir de üstüne en kısa veya lojistik bakımdan en avantajlı güzergâhı değil de (nedense) petrol reservlerine en yakın güzergâhı seçmek... (hicaz demiryoluna haritadan bkz. kıvrım kıvrım kıvrılır kendileri).İşte bunu ancak o başarabilirdi.
.k

Bu blogdaki popüler yayınlar

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Orda, Bir Salgın Var Uzakta

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...