Bir İyelik Sorunu

Göçebe bir kültürden geldiğimizden midir bilinmez, yaşadığımız çevreyi sahiplenmekte ciddi güçlükler çekiyoruz. Bu güçlükler çeşitli şekillerde kendini gösteriyor. Örneğin, üzerinde yüzyıllardır yaşadığımız topraklarda, geçmişten miras kalan değerli yapıları restore ederken özensiz davranıyoruz; Side'deki antik kent kalıntılarının içerisine betonarme sütunlar sokuşturmakta herhangi bir sakınca görmüyoruz. Ya da Sümela Manastırı'nda olduğu gibi, bloklar halinde mozaiklerin sökülüp kaçırılmasına göz yumuyoruz. Hatta manastırın içini kaplayan kesif sidik kokusundan da anlaşılacağı üzre, asgari bir bakımı bile çok görüyoruz bu özel mekanlara.

Bu değerleri sahiplenmediğimiz için, bu mirası korumak gibi bir kaygımız olamıyor, dolayısıyla, bu mirasın başına gelenler de bizi pek ilgilendirmiyor. 6-7 eylül olaylarını anmak amacıyla, daha birkaç ay önce, İstanbul Beyoğlu'nda açılan serginin fiili saldırıya uğrayışı gözümün önüne geliyor da, belki de Türkiye insanının bu konudaki halet-i ruhiyesi, bir sahiplenme sorunundan öte, bunca yıldan sonra, hala, bu topraklar üzerinde yaşamış kültürlerle kavgalı olma psikolojisiyle ve bunun verdiği asabiyetle daha iyi açıklanabilir. Ama işin bu tarafını, başka başlıklar altında ele almak üzere, ilerki yazılara bırakıyorum.

Yaşadığımız çevrenin günümüzdeki temel bileşenlerinden birisi de, içinde bir ömür geçirdiğimiz kentler. Eskinin değerlerine karşı hoyratça gösterdiğimiz saygısızlığı, haydi diyelim "Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı" gibi bir özdeyişi bağrından çıkaran bir kültürün mensubu olmamıza bağladık diyelim, peki, büyük bir kısmını Cumhuriyet döneminde inşa ettiğimiz kentlerin bugünkü içler acısı halini nasıl açıklayabiliriz? Başkent Ankara'nın, sık sık şehri ziyarete gelen yabancı konuklara bir anlamda görücüye çıkan Ankara'nın merkezi semtlerinin delik deşik yolları, yol seviyesiyle bir türlü hemzemin olamayan rögar kapakları ve nihayet büyükşehir belediyesinin, kenti, bir yapay şelaleler cenneti, bir ucube kavşak düzenlemeleri şampiyonu haline getirmesi karşısında diyecek söz bulabiliyor musunuz? Mesela ben, Pakistan'dan gelen bir arkadaşımın, başkentleri İslamabad'ı anlatmasından sonra, diyecek herhangi bir söz bulamadım.

'90'lı yıllardan itibaren giderek güç kazanan islami hareketlerin, yerel seçimleri artık rahatlıkla kazanır olmasıyla, bütün büyük şehirlerimizin üzerine, kent estetiğinden nasibini almamış kadroların icraatları, bir karabasan gibi çökmüş durumda. Bu anlamda, Ankara'ya ek olarak Konya da benzer dertlerden muzdarip. Konya'da, şehrin geniş bulvarları boyunca size eşlik eden, ağaç kılıklı, yapay ve ucuz aydınlatmalarla donatılmış tasarım harikaları(!), belediyenin övünçle verdiği hizmetler olarak sunuluyor. Kente saygısızlık konusunda ne kadar küstahlaşılabildiğini üzülerek izlediğimiz yerlerden birisi de, İslami kadrolardan son yıllarda epeyce nasibini alan Şehr-i İstanbul. İstanbul'un en renkli, kültürel açıdan en zengin köşelerinden birisi olan İstiklal Caddesi, bugünlerde, çok değil, daha 10 yıl önce tek tük dikilmiş ağaçlarından birer birer arındırılıyor. Ya da bir dönem Taksim'e dikilmesi düşünülen, sonra rafa kaldırılan ve bugünlerde Göztepe'ye kondurmak için tekrar ısıtılıp önümüze sürülen camii projesini düşünün.

Bütün bunların üzerine, insan sormadan edemiyor: Belediye, kente bir katkıda bulunmayacaksa, ne için var? Kente saygı duymayan bir zihniyet, kentin sakinlerini ne derecede önemsiyordur? Sadece dirisine değil ölüsüne bile saygı gösteremediği mezarlıklarından belli olan bir kültürden geldiğimiz için mi bütün bu kentsel eziyetler? Onun için doğal mı karşılamak lazım bütün bu olup bitenleri? Ya da zaten verdiğimiz oylarla, "kel başa şimşir tarak", "insanlar hakettikleri biçimde yönetilirler" gibi ifadeleri doğrulamaya andiçtiğimiz için şikayet etmeye hakkımız yok mu? Sorular uzayıp gidiyor, ama kentlerimiz, hızla sıradanlaşıyor, sevimsizleşiyor; kentimize bir an önce sahip çıkmalıyız. Bu konuda tereddütlerimiz varsa eğer, İstiklal Caddesi'ndeki ağaçların, ancak geceyarısı, esnaf kepenklerini indirdikten ve el etek çekildikten sonra, adeta yangından mal kaçırırcasına, sinsice söküldüğünü hatırlayalım. Karşımızdakiler, kendilerini o kadar da güçlü hissetmiyor aslında, bizim onlardan çekinmemize gerek yok, çünkü onlar, ağaç sökmek için başvurdukları yöntemlerden de görüldüğü gibi, bizden, yani kentin sakinlerinden çekiniyor.

Foto: İstiklal Caddesi. (wowturkey sitesinden alınmıştır)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Plaza - Dışarıdan bakmaya devam (2)

Orda, Bir Salgın Var Uzakta

Yazmak ya da "verba volent scripta manent"...